BİR LEONARDO DICAPRIO KOLAY YETİŞMİYOR!

Hayatımızın her köşesinde; favorimiz, beğendiklerimiz, hoş bulduklarımız ve sempatik olarak adlandırdığımız aktörler ve aktrisler olmuştur. Kimisi bir Bale fanatiğidir, kimisi Johansson hastasıdır. Kimisi Nicholson arşivi yapar, kimisi de Depp ile ilgili bir söz söylenmesiyle kalbi yerinden çıkacak gibi olur.

Kısacası vardır herkesin gönlünün vurulduğu bir aktör/aktris. Görecelidir çoğunlukla, gelişir ve değişir. Fakat değişmeyen bir gerçek vardır ki; favorimiz olmasa dahi, hepimizle bir noktadan iletişim kurabilmiş bir aktör vardır.

LEONARDO DICAPRIO.

Evet bu genellemeyi yapma sebebim; Leonardo eşsizdir, onun yeteneğini kimse sorgulayamaz gibi bir fangirl'lük yapmak değil. Leonardo hepimizle bir iletişim kurabilmiştir dememin asıl sebebi onun Oscar yolculuğunda çocuğundan, büyüğüne herkesin bir dokunuşu olduğu gerçeğidir. Filmlerini sevmeyebilirsiniz, onu yakışıklı veya çekici bulmayabilirsiniz, hatta yüzünü gördüğünüzde suratınızı çeviriyor dahi olabilirsiniz ancak inkar edemeyeceğimiz bir şey varsa o da bu zaferle sonlanan Oscar yolculuğunda hepimizin bir kere dahi olsa 'Hadi be DiCaprio, bu sefer olacak.' diye içimizden geçirmiş olduğudur.

''BANA ALTI SEFERDİR OSCAR'I VERMEYEN KOMİTENİN A*INA KOYAYIM.'' 
Benim için büyük bir yetenektir DiCaprio. Yeni dönemin, yakışıklı ancak işi boş malzemelerine karşın benim gözümde DiCaprio yakışıklı ve yetenekli terimlerini beraberinde getirebilen sayılı aktörden biridir. Tabii ki olay sadece tip sayesinde değil; eğer ki bir adam defalarca Oscar'a aday olup en sonunda bunu başarabiliyorsa bunu bir tek çehresi sayesinde yapmış olamaz.

Bugün DiCaprio'ya daha yakından bakmak istiyorum. Bu yazım onunla, onun eserleriyle ilgili olacak.


Öncelikle bu küçük sarışınımızın ismi gerçekten de Leonardo DaVinci'den geliyor. Annesi DaVinci'nin eserlerini incelerken, Leonardo'nun karnında oldukça hareketlenmesi onu bu düşünceye itmiş. Kendileri üç yaşından itibaren televizyonla içli dışlı oluyor. Doğuştan bir aktör işin açıkçası. On dört yaşındayken, Parenthood dizisinde oynadığı rol ile insanlar onu keşfetmeye ve tanımaya başlıyor. Tabii ki ilk işlerinde daha çok simasının verdiği etkiyle, o yönde haberler ve düşünceler ortaya çıkıyor. Yeteneğinden çok, kendinin geliştirme yetisine sahip olamadığın bir özellikle ön plana çıkıyor olmak bir aktör için üzücü noktalardan biridir kendi görüşümce. 

Bu ilk sinema deneyimi olan Critters 3'te de süre gelmiş olsa da ardından başrolünü oynadığı This Boy's Life filmi ile kesilip atılmıştır. This Boy's Life oldukça olumlu eleştiriler almış ve Leonardo'nun kendini yeteneğiyle konuşturmuş olduğu ilk filmi olmuştur. Tabii ki de en büyük patlamayı, çoğumuzun oldukça hüzünlenerek(ve en az hüzünlendiği kadar da severek) izlemiş olduğu What's Eating Gilbert Grape ile yaptı. Bu film gerçek bir başarıydı Leonardo için. Bu başarı ona ilk Oscar adaylığını (Ayrıca bu Akademi Ödülleri adaylığına sahip olan en genç 7. kişidir.) ve sinema kolunda ileride kademe kademe atacak olduğu ilk basamağını bahşetmişti. 

Sonrasında ise The Quick And The Dead , The Basketball Diaries , Romeo + Juliet gibi yapımlarda da bu başarısını hiç eksiltmeden sürdürdü ve bir çok ödül kazandı. Ama bir film vardı ki, bütün dünyaya Leonardo DiCaprio diye bağırmıştı. Genç kızların o sene için tek ve pek geçici olacağı düşünülmeyen aşkı olmuş ayrıca kariyerini bir seviye katlamıştı. Evet, tahmininiz doğru: Titanic. Titanic'i gerçekçi olarak tarttığımızda, tartışılmaz bir başarı olduğunu görüyoruz. En, 'Romantik' türevi film sevmeyenine bile kendini sevdirebilmiş, küçüğünden büyüğüne herkesin ismini bildiği bir film haline gelmiştir. Tabii bu popülerliğinin yanında ödülleri de silip süpürmüştür. 

Titanic'in ardından Leonardo ergen oyuncu klasmanından köklü olarak ayrılmış ve artık sinema tarihinde kalın harflerle yazılmış bir yere sahip olmuştur. Devam da etmiştir Leonardo aksatmadan bu yükselişine. Catch Me If You Can ve ardından gelen The Aviator da bunları tastikler niteliktedir. Leonardo The Aviator ile bir Akademi Ödülleri adaylığı daha yazdırmıştır hanesine. Tabii ki bu, senelerin ardından klasikleşmiş bir duruma dönüşmeden önce hayranlar tarafından oldukça heyecan duyulan anlardı. Bu heyecan bir senenin ardından, oynadığı Blood Diamon filmiyle de sürdürüldü. Yani DiCaprio'nun izlenmesi gereken en iyi on filmi gibi bir liste yapılacak olsa gerçekten bunu yapabilmek oldukça zor olurdu. 

Bir aktör/aktriste aradığım ilk özelliklerden biri de, kendini tekrar etmiyor olması. Bazıları var ki hep 'Romantik Komedi' klasmanında, bazıları var ki hep 'Aksiyon' klasmanında. Belki bu size olumlu bir durum gibi geliyor olsa dahi, ben bunun başarı kaygısı neticesinde geldiğini düşünüyorum. Eğer bir oyuncu kendine güveniyorsa her türlü yapımda; kadınıyla, erkeğiyle, eşcinseliyle, hastasıyla, ölüsüyle, kaçanıyla, uçanıyla, yüzeniyle her şeyi oynar. Bunu yapan aktör ne harika aktör, bunu yapan aktris ne güzel aktristir.

 İşte farklılık neticesinde baktığımızda, her filminde ayrı bir tat aldığımız oyunculardan DiCaprio. Hangi filmini izlediğinizde, Of bu da hep aynı rolü yapıyor sıktı artık. dediniz? Bir filminde akıl hastası, bir filminde tutkulu bir aşık, bir filminde çapkın bir iş adamı, bir filminde ise ayılarla boğuşan cesur bir kürk avcısı. Saygı duymamak mümkün mü?

Bu yolculuk devam etti. 'İçerde' sayesinde tekrardan gündeminize oturmuş olduğunu düşündüğüm The Departed filmiyle, zihninizde derin yankılar bırakan Shutter Island ile ve Nolan'ın pırıl pırıl parıldayan Inception'ıyla bu yolculuk devamlılığını artarak devam ettirdi. J. Edgar , Django Unchained , The Great Gatsby de başarılarının sayısız örneklerinden biri. 

Düşündüğümüzde gerçekten her filmiyle bir yer ediniyor sizde. Bu filmini izledim, oynadığı filmin türü pek bana hitap etmiyor. diyebileceğimiz bir oyuncu değil. Her filmi özel harmanlanmış ve izledikçe keyif aldıran eserler. İzlememiş olsak bile aklımızda canlandırabileceğimiz kadar da popülerler ayrıca. Kalitenin ve popülerliğin aynı ip üstünde gidebildiğini gösteren biri Leonardo(yakışıklılığın ve yeteneğin aynı şahısta bulunabileceğini gösterdiği gibi).

(Evet, bazılarınızın ne bu Leonardo aşkı demiş olabileceğini hissettim. Nedense içimde doğdu bu his. Söylemem gerekirse, bu DiCaprio aşkı değil. Bu işini gereğiyle yapıp hatta fazlasını sunabilen birine karşı duyulan hayranlık. Tek DiCaprio da değil, bu tanıtımlara devam edebilirsem göreceksiniz ki oyunculuk dalında bir kademe elde etmiş insanların hepsini bu heyecanla anlatacağım.)

Ve geldik, derin ve devam etmekte olan patikanın gözle görülür son düzemeçlerine. Büyüme basamaklarının ve başarı basamaklarının orantılı namelerine. The Wolf of Wall Street ile sürdürdüğü bir başarı tufanı ve en sonunda, en sonunda elde edilen parıltılı bir Oscar. Evet filmin sonunda adam mutlu mesut bir şekilde ailesiyle hayatını sürdürüyor tarzı bir hikaye bu. Garipsenecek bir mutlu son. Bir 'Diriliş' hikayesi. The Revenant. Yılların ardından Leonardo'nun sergilemiş olduğu en zorlayıcı ve farklı performans. Kırk yaşında elde edilen gerçekten hak edilen bir ödül. 

Elimizde bu denli saygı duyabileceğimiz az aktör/aktris kaldı. Kimileri Leonardo kadar şanslı da olamıyor. Yeteneğine rağmen, zamanla değişen beğeni algısı yüzünden eski popülerliği kalmıyor. Zamanla bıraktığı efsanelerle hep hatırlanacak olsa dahi; yetenekli oyuncuların, yeteneği daha az klasmanda olduğu söylenecek kişilerin altında kalması beni hep üzmüştür. Umalım da DiCaprio hızla tırmandığı bu dağın zirvesini böyle insanı üzen bir şekilde görmez. 

Ee, tabii bir DiCaprio kolay yetişmiyor. Bu başarı dolu hikayede, bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. 

Şimdi ne mi yapalım? Açalım bir DiCaprio filmi ve arkamıza yaslanıp keyfimize bakalım!




Hiç yorum yok: