LUKE CAGE SEZON 1 BÖLÜM 2[D.İ.]- ''İLERİ...DAİMA!''

Jessica Jones'u izlediniz mi bilmiyorum ama Daredevil'ı muhakkak bir yerler de görmüşsünüzdür. İkisi de kaliteli dizidir, ancak birbirlerine benzedikleri noktalar sahip oldukları karanlık ton ve temelinde bir süper kahraman hikayesini işliyor oluşundan daha ileriye gitmez. Daredevil bir aksiyon dizisidir. Her bölümün sonunda en azından 5-10 dakikalık bir dövüş sahnesi ile aklınızı başınızdan alır. Hatta bazı bölümlerde aksiyon sadece son dakikalarda değil, hem bölümün başında hem de ortasında minik minik serpiştirilmiş bir şekilde karşımıza çıkar. Jessica Jones ise bir suç-gerilim dizisidir. Özünde bir dedektif olan Jessica'nın eski sapığı Purple-Man'in peşine düşmesini konu alır denebilir. Ancak bir yandan da bir gerilim dizisi olduğu için sahip olduğu akıl almaz sahneleri ile sizleri hayrete düşürür ve sonraki saniyede bile ne olacağını merakla beklemeye başlarsınız. Luke Cage ise en azından ilk iki bölümü için konuşmak gerekirse, ne bir gerilim dizisi olabilecek kadar merak uyandıran bir çizgide ilerliyor, ne de bir aksiyon dizisi olabilecek kadar çok dövüş sahnesi gösterebilmiş değil. Ben Luke Cage'i dram dizisi olarak konumlandırmış bulunmaktayım kafamda. Böyle düşünüyor olmamın en büyük sebebi ise dizinin afro-amerikan kültürünü ve oradaki siyahi insanların yaşadıkları sıkıntıları, Harlem'in ne kadar pis bir yer olduğunu bizlere çok sade bir dille gösteriyor olması. Kendilerine ait has bir kültürleri bulunan siyahiler, buna göre davranmakta, giyinmekte. Dizinin ilk bölümünde yaşanan soygun ve devamında Cottonmouth'un dövdüğü hırsız bile, orada yaşayan bir insanın hırsızlığı hatta cinayeti ne kadar rahatlıkla ve kolay bir şey gibi algılıyor olması ise cabası. Dün ilk bölümünü incelediğimiz diziye bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz. Ancak bunun dünkü yazıyla pek benzerlik taşımayacağını ve tarz olarak da farklı olacağını önceden belirtmem gerek. 2. bölüm sezonun asıl konusuna bir başlangıç yaptığı ve yaşanılan ani olaylar hakkında vermemiz gereken bazı SPOILER'lı bilgiler olduğundan dolayı eğer daha ilk iki bölümü izlemediyseniz yazıyı okumamanızı öneriririm.


Eğer Spoiler Zone'a girdiysek ağzımdaki baklayı çıkarıyorum: Pop öldü lan! Dizi Luke'un aksiyona girmesi için resmen favori karakterimi  ikinci bölümünde beklenmedik bir şekilde harcadı. Zaten fragmanlarda da gördüğümüz bu sahnede illa ki Pop'un öleceği belliydi. Ama berber salonunda yaşanan bu atışmanın daha sonraki bölümlerde, Luke Cottonmouth'un işlerine burnunu sokmaya başladığı zaman olur diye düşünüyordum, şaşırdım. Aksiyon hala tam olarak başlamış değil, ancak şimdilik ben dizinin bulunduğu noktadan fazlasıyla memnunum. İlk bölüme nazaran daha seri işlenmeye başlanmış olsa da tempo hala yavaş ve konu adım adım ilerlemekte. 3 ana karakter tarafından anlatılan hikaye örgüsü arasından izlemesi en zevkli olanı ise Cottonmouth'un sahneleri kesinlikle. Hatta, iddaa ediyorum kendisi Loki'den ya da Wilson Fisk'ten daha başarılı bir kötü adam. House of Cards'tan tanıyor olabileceğiniz Mahershala Ali ona verilen rolü muazzam bir şekilde canlandırmış. Bu oyunculuk sayesinde kağıt üzerinde o kadar da ilgi çekici olmayan bir karakter, korkulan ve saygı duyulan bir iş adamına dönüşmüş. İkinci bölümde de Chico'yu aramaya devam eden Cottonmouth'un yaşadığı ani sinir atakları ve beraberinde oluşturduğu kargaşa kesinlikle izlemeye değer. Yavaş ve sakince sinirlenen bu adamın işleri berbat eden ve Pop'un ölmesinden sorumlu olan asistanını çatıdan atarken sahip olduğu soğukkanlılık ve konuşmasındaki boğuk ton, beni benden aldı. Aynı zamanda Pop'a duyduğu saygı ve ölümü sonrası yaşadığı üzüntü de karakterin dengesiz duygusal değişimlerini çok güzel yansıtmış. Diğer oyunculuklara da bir göz attığımız zaman göze çarpan bir diğer isim, Misty Knight rolündeki Simone Missick. Güzel olduğu kadar bir o kadar da yetenekli olan oyuncumuzu The Defenders'ta da görecekmişiz. Bence de görelim zaten, güzel olur açıkçası. Karakter yavaş yavaş çizgi romandaki versiyonuna doğru gidecekmiş gibi duruyor. Ancak kendisi hakkında rahatsız olduğum bir şey varsa, o da Luke ile aralarında geçen saçma aşk ilişkisi. İlk bölümde mesleği hakkında yalan söyleyen Misty'nin, berber dükkanına Pop'a Chico hakkında sorular sormak için gittiği zaman deşifre olması ve ardından Luke'un bu konu hakkında salak salak imalarda bulunmasını izlemek gerçekten çok sıkıcıydı.


Dizinin kadrosunda Daredevil'da Night Nurse'u oynamış olan Rosario Dawnson zaten mevcuttu, bir de üzerine Daredevil'ın en büyük düşmanı(!) olan Turk'un süpriz bir ziyaret yapması çok hoş oldu. Aslında çok kilit bir noktada bulunan karakterin, satranç oynarken ona yapılan ''Senin de adın Turk ama Türk değilsin.'' espirisi de gözümüzden kaçmadı. Görüldüğü son sahnede de Hell's Kitchen'a geri dönüyorum derken galiba, Daredevil'ın 2. sezonun ilk bölümüne minik bir köprü kuruldu. Turk haricinde evrende geçen yapımlarla çok bağlantı kurmayan dizi, bu bölümde Avengers'a dair bir göndermede bile bulunmadı. Ancak bu noktada, sahip oldukları sinema kültürü için yazarları tebrik etmek istiyorum. İki bölümdür Scarface'den tutun Quentin Tarantino ve kanlı aksiyon sahnelerine kadar, yaptıkları göndermelere izlerken yüzümde minik gülücükler oluşmasına neden oldu.


İlk bölümün ardından sert bir tokat gibi gelen ikinci bölüm, bizleri bıraktığı nokta ile hem devamında Luke'un birilerinin ağzını kıracağını tescilledi, hem de dizinin ortalama üstü başlangıcını güzel bir şekilde devam ettirdiğini gösterdi. Dizileri ile farklı cinsiyet ve etnik kökenlere hitap etmeye çalışan MCU'nun son halkası olan Luke Cage, karakterin çizgi romanlardaki halini bire bir yansıtmış ve her şeyde olduğu gibi Amerikan televizyonunda da mevcut olan Anglo-Sakson egemenliğine büyük siyah bir yumruk misali dalmış.

Hiç yorum yok: