Bir filmi izlediğimizde, o seyri yaşayan şahısları fazlasıyla statü ile ayırabilir insan. Eleştirmen gözüyle izleyen vardır diyen olur, eğlenmek, kafa dağıtmak için izliyordur diyen olur. Hatta sevgilisinden ayrıldı, şu an bir kaç haftalık depresyonik buhranda ondan izliyor bunu diyen bile çıkar elbet. Lakin benim görüşümle filmi izleyen insanı, sadece bir çizgi ile iki ayrı dilime bölebiliriz:
Filmi izleyen ve filmi yaşayayan...
Tabii, sizler de haklısınız. Her film o içimizde yaşayacağımız küçük kıvılcılarımı vaat etmiyor bizlere. Bazı filmler blockbuster çabasıyla oluşturulduğundan, izlerken kendinizden bir şey bulamazsınız. Zaten amaç da o değil midir? Her insanın izleyip, her insanın sevebileceği şekilde yapmaktır eseri (!).
Bugün anlatacağım film ise, değindiğim konu neticesinde ufaktan sinyallerini belli etmiştir. İçimizde kendine bir yuva kurup; izlediğimiz andan, hayata gözlerimizi yumduğumuz ana kadar zihnimizde gidip gelebilecek, benim tabirimle 'filmi yaşamak' terimini en güzel açıklayacak filmlerden biri:
Black Swan. Darren Aronofsky. Onu belki Jared Leto'nun oynadığı Requiem for a Dream'den ya da Hugh Jackman'in oynadığı The Fountain'den duymuş olabileceğinizi düşünüyorum. Başarılı bir yönetmendir kendileri, ayrıca çalıştığı oyuncuların da sizlere tanıdık geldiğinden eminim. Bizim aşk adamı Joker'imiz, yakın bir zamanda veda edeceğimiz Wolverine'miz ve benim asıl bahsedeceğim aktris olan; çoğumuzun gönlünde (En çok Anakin'in.) taht kurmuş olan Padme Amidala'mızı aramızdan tanımayan çıkacağını sanmıyorum. Fakat gördüğümüz gibi, oyunculuk tek bir kulvarda ilerleyip para kazanmaya denmiyor. Fark yaratmak, farklı rollerde kendini ortaya koymaktır oyunculuk.
İşte bugün de kahrından ölen Padme'nin bir balerine dönüşme faslını izleyeceğiz. Evet, balerin denilince pek ilginizi çekmiş olduğunu düşünmüyorum. Hatta filmi duymuş olduğunuz tek mecra, 'MILA KUNIS VE NATALIE PORTMAN SEVİŞTİ!'(Bu yazı bunu bilmeyip, şimdi öğrendikten sonra aratan zihniyetlere gelsin.) adlı bir gazete başlığı da olabilir. Bunların hepsini kenara koyun ve bir balerinin mükemmellik adımlarını benimle birlikte atmaya çalışın.
Spoiler Uyarısı!
Çalışmak, çabalamak ve hedefe ulaşma gayesi çoğumuzun zihnini bir dönem süslemiştir. Nina(Natalie Portman), bizim kendi hayatlarımızın küçük bir döneminde ev sahipliği yaptığımız bu hisse sımsıkı bağlı ve bir açıdan da körü körüne aşıktır aslında. Annesi gibi büyük bir balerin olmak ve baştaki, sahneye baktığımızda ışığından gözlerimizi kaçıracağımız bir yıldız olmak için çabalamaktadır.
Nina Sayers, New York'ta prestijli bir bale okulunda eğitim gören genç bir dansçıdır. Bale okulunun bu sene düzenleyeceği eserin 'Kuğu Gölü' olması ve üstelik yeni bir baş dansçı seçilecek olması Nina'nın kalbinin bir anda yerinden çıkacakmışçasına atmasına sebebiyet vermiştir bile. Buraya kadar, aklınızdan 'Eee bunun neresini yaşayacağız.' dediğinizi duyar gibiyim. Kuğu Gölü balesi, bir nevi siyah ve beyazın tutku dolu valsinin kalplerimize bıraktığı izidir. Basitçe açıklamak gerekirse, kötü ve iyidir Kuğu Gölü balesi. Kırılgan Beyaz Kuğu ve onun karanlık bir cazibeye sahipolan kötü ikiz kardeşi olan Siyah Kuğu. Bu karakteri canlandıracak kişi; hem kötü, hem de iyi olmalıdır. Nina rolü istiyordur, hem de çok. Bunun için yönetmene kur yapmaya bile hazır haldedir. Fakat bu çabalarına rağmen, Nina herkesin gözünde inci gibi parıldayan bir Beyaz Kuğu'dur. Siyah Kuğu'nun keskin ve sivri kıvrımlarına, karanlık acı dolu bakışlarına sahip değildir. Okulun baş öğretmenlerinden ve yönetmen olan Thomas da onu sürekli bu konuda eleştirir. Kötü olması için baskı uygular. Karanlık olmak, hissetmek ve yaşayışın en derin duygularını aynı göğüs kafesine sığdırabilmek. Nina bunların hepsini yapmak, sonucu elde etmek için her şeyi yapar. Fakat bunu elde etmek için çabalayan tek kişi o değildir.
Lily(Mila Kunis) enerjik, deli dolu ve duygularını bir anda yaşayan bir balerindir. Nina'nın disiplinine ve sürekli çalışmasına rağmen; dans ederken onun verdiği duyguyu veremiyor olması adeta onu çıldırtır. Bir Beyaz Kuğu gibi masumluğuyla perçinlenmiş ve aşk acısıyla kor gibi yanıyor olan kalbini, Lily adeta bir Siyah Kuğu edasıyla delip geçiyordur. Şehvet, cazibe, gizem. Hepsi onda mevcuttur. Ayrıca Thomas da Lily'e karşı ilgisini açıkça belli edince, Nina artık ardı arkası gelmeyen krizler zincirine tutulur. Lakin en sonunda kininin, kızgınlığının ışığında rolü o kapar.
Hayaller ile gerçekliğin arasında sıkışıp kalmış Beyaz Kuğu'nun çığlıklarını kimse duymaz. Lily onu dışarıya içmeye davet eder. Nina bunu kabul eder. Lily'nin onu davet ettiği gecede ise gerçeklik algısı bir nebze daha yamulur. Halüsinasyonlar artar ve Nina kendini bir dans pistinde, yanıp sönen ışıkların altında delirmişçesine dans ederken bulur. Lily'le geçirdiği her vakit ile içinde gizlenmiş Siyah Kuğu, yumurtasını kırıp gün yüzüne çıkmaya devam eder. O gece Lily ile birlikte olurlar, ya da Nina öyle olduğunu düşünüyordur. Bütün duyguları aynı anda hisseder Nina. Kötü olur, iyi olur, yanlış olur ve doğrunun gölgesinde savrulur. Burada yaşarız filmi. Gerçekliğimizi kaybettiğimiz anda hissederiz 'Black Swan'in kalbimize kattığı işlemeyi.
Nina'nın gördüğü halüsinasyonlar devam ederken, annesinin uygulamış olduğu baskı ile de çıkılmaz bir noktaya girmiştir. Kendine zarar veriyordu Nina, omuzlarında yerleşmiş olan tırnak izleri bunun kanıtıydı. Uyandığında, Lily yanında yoktur. Kimse yanında yoktur. O gece gösteri olacaktır ve Nina geç kalmıştır. Gösteriye yetişmek için önüne engel koyan annesinin elini bile kırmayı göze almıştır. Başarıya ulaşmak için verilen; bu gerçek üstü ve bir o kadar da acı yolun sonuna ulaşmak için koşar Nina. Kalabalık, salonun etrafını sararken olmayan tek kişi kendisidir. İçeri girdiğinde, Lily'i kendi kıyafetlerini giyerken görünce son damla da atılır. Siyah Kuğu uyanır.
Hepimiz içinde gizli olan iyisi ve kötüsü vardır. Her daim ikisinden biri daha yüksek derecede olsa dahi, bu dengeyi bulabilmemiz mümkün müdür? Nina bulamamıştı. Lily'nin karnına ayna parçalarını saplarken de böyle düşünüyordu. Beyaz Kuğu'dan, Siyah Kuğu'ya geçişindeki mükemmel senkronun ayakta alkışlanması anında da Nina'nın içinde bu duygular vardı. O gün mükemmel denilecek bir performansa imza atmıştı Nina. Lily'i öldürdüğünü düşünüyor ve bu içindeki acı ile karanlığın baskınlığını artırıyordu. Her şeyin bir düş olduğundan haberi yoktu. Ayna parçalarını Lily'e değil de kendisine sapladığından haberi yoktur.
Oyunun son perdesi sergilenir. Nina kollarını açar, acısıyla sarsılır. Her şeyi anlamış olmasına rağmen durmaya niyeti yoktur. En üste, her şeyin en üstüne doğru narin adımlarını atar. Seyirciye bakar. Onu izlemeye gelmiş olan annesinin gözlerinin içine... Oyuncu arkadaşlarına bakar. Sonun geldiği bu yerde, son kez herkese bakar.
Ve geriye doğru savrulur Nina. Beyaz Kuğu elbisesinin ortasında beliren kan yumağı git gide artarken en sonunda düşer. Herkes onu kutlamak için yanına gelecekken, kanlar içindeki Nina'nın bedenini görmeleriyle şaşırırlar. Nina'nın ağzından tek bir kelime çıkar. "Mükemmeldim." Işığa sahip olur, mükemmel denilen kavrama sahip olur ve ayrıca bu rolü oynayan Natalie pırıl pırıl bir Oscar'a sahip olur.
Başarılı bir yapımdır Black Swan. Hollywood'un lime lime ettiği, konuları hemen hemen aynı olan filmlerin arasında parıldar adeta. Yargılarla izlemeye başladığınız filmden, "bale filmi mi izleyeceğim oğlum?" diyerek başlayacağınız filmden; "Bu mükemmeldi." diyerek ayrılmanıza sebebiyet verebilir. Yaşatır içinizde, iyiyi ve kötüyü. Hepimizin birer Beyaz Kuğu ve en az onun masumluğu kadar kötü olan Siyah Kuğu olduğumuzu gösterir. Önemli olan bu dengeyi kurabilmektir, eğer bunu başarabilirsek gerçek 'Mükemmel'liğe ulaşabiliriz.
Filmi izleyen ve filmi yaşayayan...
Tabii, sizler de haklısınız. Her film o içimizde yaşayacağımız küçük kıvılcılarımı vaat etmiyor bizlere. Bazı filmler blockbuster çabasıyla oluşturulduğundan, izlerken kendinizden bir şey bulamazsınız. Zaten amaç da o değil midir? Her insanın izleyip, her insanın sevebileceği şekilde yapmaktır eseri (!).
Bugün anlatacağım film ise, değindiğim konu neticesinde ufaktan sinyallerini belli etmiştir. İçimizde kendine bir yuva kurup; izlediğimiz andan, hayata gözlerimizi yumduğumuz ana kadar zihnimizde gidip gelebilecek, benim tabirimle 'filmi yaşamak' terimini en güzel açıklayacak filmlerden biri:
Black Swan. Darren Aronofsky. Onu belki Jared Leto'nun oynadığı Requiem for a Dream'den ya da Hugh Jackman'in oynadığı The Fountain'den duymuş olabileceğinizi düşünüyorum. Başarılı bir yönetmendir kendileri, ayrıca çalıştığı oyuncuların da sizlere tanıdık geldiğinden eminim. Bizim aşk adamı Joker'imiz, yakın bir zamanda veda edeceğimiz Wolverine'miz ve benim asıl bahsedeceğim aktris olan; çoğumuzun gönlünde (En çok Anakin'in.) taht kurmuş olan Padme Amidala'mızı aramızdan tanımayan çıkacağını sanmıyorum. Fakat gördüğümüz gibi, oyunculuk tek bir kulvarda ilerleyip para kazanmaya denmiyor. Fark yaratmak, farklı rollerde kendini ortaya koymaktır oyunculuk.
İşte bugün de kahrından ölen Padme'nin bir balerine dönüşme faslını izleyeceğiz. Evet, balerin denilince pek ilginizi çekmiş olduğunu düşünmüyorum. Hatta filmi duymuş olduğunuz tek mecra, 'MILA KUNIS VE NATALIE PORTMAN SEVİŞTİ!'(Bu yazı bunu bilmeyip, şimdi öğrendikten sonra aratan zihniyetlere gelsin.) adlı bir gazete başlığı da olabilir. Bunların hepsini kenara koyun ve bir balerinin mükemmellik adımlarını benimle birlikte atmaya çalışın.
Spoiler Uyarısı!
Çalışmak, çabalamak ve hedefe ulaşma gayesi çoğumuzun zihnini bir dönem süslemiştir. Nina(Natalie Portman), bizim kendi hayatlarımızın küçük bir döneminde ev sahipliği yaptığımız bu hisse sımsıkı bağlı ve bir açıdan da körü körüne aşıktır aslında. Annesi gibi büyük bir balerin olmak ve baştaki, sahneye baktığımızda ışığından gözlerimizi kaçıracağımız bir yıldız olmak için çabalamaktadır.
Nina Sayers, New York'ta prestijli bir bale okulunda eğitim gören genç bir dansçıdır. Bale okulunun bu sene düzenleyeceği eserin 'Kuğu Gölü' olması ve üstelik yeni bir baş dansçı seçilecek olması Nina'nın kalbinin bir anda yerinden çıkacakmışçasına atmasına sebebiyet vermiştir bile. Buraya kadar, aklınızdan 'Eee bunun neresini yaşayacağız.' dediğinizi duyar gibiyim. Kuğu Gölü balesi, bir nevi siyah ve beyazın tutku dolu valsinin kalplerimize bıraktığı izidir. Basitçe açıklamak gerekirse, kötü ve iyidir Kuğu Gölü balesi. Kırılgan Beyaz Kuğu ve onun karanlık bir cazibeye sahipolan kötü ikiz kardeşi olan Siyah Kuğu. Bu karakteri canlandıracak kişi; hem kötü, hem de iyi olmalıdır. Nina rolü istiyordur, hem de çok. Bunun için yönetmene kur yapmaya bile hazır haldedir. Fakat bu çabalarına rağmen, Nina herkesin gözünde inci gibi parıldayan bir Beyaz Kuğu'dur. Siyah Kuğu'nun keskin ve sivri kıvrımlarına, karanlık acı dolu bakışlarına sahip değildir. Okulun baş öğretmenlerinden ve yönetmen olan Thomas da onu sürekli bu konuda eleştirir. Kötü olması için baskı uygular. Karanlık olmak, hissetmek ve yaşayışın en derin duygularını aynı göğüs kafesine sığdırabilmek. Nina bunların hepsini yapmak, sonucu elde etmek için her şeyi yapar. Fakat bunu elde etmek için çabalayan tek kişi o değildir.
Lily(Mila Kunis) enerjik, deli dolu ve duygularını bir anda yaşayan bir balerindir. Nina'nın disiplinine ve sürekli çalışmasına rağmen; dans ederken onun verdiği duyguyu veremiyor olması adeta onu çıldırtır. Bir Beyaz Kuğu gibi masumluğuyla perçinlenmiş ve aşk acısıyla kor gibi yanıyor olan kalbini, Lily adeta bir Siyah Kuğu edasıyla delip geçiyordur. Şehvet, cazibe, gizem. Hepsi onda mevcuttur. Ayrıca Thomas da Lily'e karşı ilgisini açıkça belli edince, Nina artık ardı arkası gelmeyen krizler zincirine tutulur. Lakin en sonunda kininin, kızgınlığının ışığında rolü o kapar.
Hayaller ile gerçekliğin arasında sıkışıp kalmış Beyaz Kuğu'nun çığlıklarını kimse duymaz. Lily onu dışarıya içmeye davet eder. Nina bunu kabul eder. Lily'nin onu davet ettiği gecede ise gerçeklik algısı bir nebze daha yamulur. Halüsinasyonlar artar ve Nina kendini bir dans pistinde, yanıp sönen ışıkların altında delirmişçesine dans ederken bulur. Lily'le geçirdiği her vakit ile içinde gizlenmiş Siyah Kuğu, yumurtasını kırıp gün yüzüne çıkmaya devam eder. O gece Lily ile birlikte olurlar, ya da Nina öyle olduğunu düşünüyordur. Bütün duyguları aynı anda hisseder Nina. Kötü olur, iyi olur, yanlış olur ve doğrunun gölgesinde savrulur. Burada yaşarız filmi. Gerçekliğimizi kaybettiğimiz anda hissederiz 'Black Swan'in kalbimize kattığı işlemeyi.
Nina'nın gördüğü halüsinasyonlar devam ederken, annesinin uygulamış olduğu baskı ile de çıkılmaz bir noktaya girmiştir. Kendine zarar veriyordu Nina, omuzlarında yerleşmiş olan tırnak izleri bunun kanıtıydı. Uyandığında, Lily yanında yoktur. Kimse yanında yoktur. O gece gösteri olacaktır ve Nina geç kalmıştır. Gösteriye yetişmek için önüne engel koyan annesinin elini bile kırmayı göze almıştır. Başarıya ulaşmak için verilen; bu gerçek üstü ve bir o kadar da acı yolun sonuna ulaşmak için koşar Nina. Kalabalık, salonun etrafını sararken olmayan tek kişi kendisidir. İçeri girdiğinde, Lily'i kendi kıyafetlerini giyerken görünce son damla da atılır. Siyah Kuğu uyanır.
Hepimiz içinde gizli olan iyisi ve kötüsü vardır. Her daim ikisinden biri daha yüksek derecede olsa dahi, bu dengeyi bulabilmemiz mümkün müdür? Nina bulamamıştı. Lily'nin karnına ayna parçalarını saplarken de böyle düşünüyordu. Beyaz Kuğu'dan, Siyah Kuğu'ya geçişindeki mükemmel senkronun ayakta alkışlanması anında da Nina'nın içinde bu duygular vardı. O gün mükemmel denilecek bir performansa imza atmıştı Nina. Lily'i öldürdüğünü düşünüyor ve bu içindeki acı ile karanlığın baskınlığını artırıyordu. Her şeyin bir düş olduğundan haberi yoktu. Ayna parçalarını Lily'e değil de kendisine sapladığından haberi yoktur.
Oyunun son perdesi sergilenir. Nina kollarını açar, acısıyla sarsılır. Her şeyi anlamış olmasına rağmen durmaya niyeti yoktur. En üste, her şeyin en üstüne doğru narin adımlarını atar. Seyirciye bakar. Onu izlemeye gelmiş olan annesinin gözlerinin içine... Oyuncu arkadaşlarına bakar. Sonun geldiği bu yerde, son kez herkese bakar.
Ve geriye doğru savrulur Nina. Beyaz Kuğu elbisesinin ortasında beliren kan yumağı git gide artarken en sonunda düşer. Herkes onu kutlamak için yanına gelecekken, kanlar içindeki Nina'nın bedenini görmeleriyle şaşırırlar. Nina'nın ağzından tek bir kelime çıkar. "Mükemmeldim." Işığa sahip olur, mükemmel denilen kavrama sahip olur ve ayrıca bu rolü oynayan Natalie pırıl pırıl bir Oscar'a sahip olur.
Başarılı bir yapımdır Black Swan. Hollywood'un lime lime ettiği, konuları hemen hemen aynı olan filmlerin arasında parıldar adeta. Yargılarla izlemeye başladığınız filmden, "bale filmi mi izleyeceğim oğlum?" diyerek başlayacağınız filmden; "Bu mükemmeldi." diyerek ayrılmanıza sebebiyet verebilir. Yaşatır içinizde, iyiyi ve kötüyü. Hepimizin birer Beyaz Kuğu ve en az onun masumluğu kadar kötü olan Siyah Kuğu olduğumuzu gösterir. Önemli olan bu dengeyi kurabilmektir, eğer bunu başarabilirsek gerçek 'Mükemmel'liğe ulaşabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder