IRKLARI YARATAN KABİLLER, KABİLLERİ YÖNETEN TAKIM ELBİSELİ SAVAŞÇILAR- ERAY'LA GECE GECE DELİRMECELER #2
İlk olarak, insanlık tarihinin ilk bireyleri olma şansına sahip oldukları öngörülen Habil ile Kabil (bilinen örnek üzerinden gitmek için bu hikayeyi seçtim) olayının içyüzüne detaylıca girelim:
Habil ve Kabil birer kardeştir. Habil, diğer kardeşine göre daha çalışkan ve cömert; Kabil ise olabildiğine kötü niyetli, vesvese kurbanı, hafif tembel bir adamdır. Habil’in çalışkanlığı, kısa sürede onu sevilen ve ilgi gören insan yaptığı için Kabil bu durumdan hoşlanmaz. Ve aklına bir şey takılır: “Acaba Habil olmasaydı ne olurdu?”
Kafasına takılan bu düşünceyle aslında psikolojik harbin temellerini attığından haberi olmayan Kabil, Habil’in yokluğunu hayal etmeye başlar. Eğer Habil olmazsa, Kabil daha çok toprağa sahip olacaktır. Bu da daha fazla meyve demektir. Ayrıca Habil’in yokluğu Kabil’i ailede sevdirecek, ilgi odağı yaparak öne çıkan kişi haline getirecektir.
Yarattığı paronaya ve psikolojik harp vasıtasıyla Habil’i iyice düşman belleyen Kabil, işi biraz daha ileri boyuta taşımak ister. “Eğer Habil ortadan kalkmıyorsa, onu ortadan ben kaldırabilirim!” düşüncesine kapılarak fırsat kollamaya başlar. İlk fırsatta, yanlış hatırlamıyorsam bir av sırasında, Habil’i kafasına attığı taş aracılığıyla öldürür. Böylece insanlık tarihinin ilk savaşı başlamış ve sona ermiş olur, bunun üzerine savaşların vazgeçilmezi olan anlaşma masasına oturulur.
Evet; Kabil, Habil’i öldürmeden önce bir anlaşma yapmıştı. Aile ve toplum yapısının işleyişi ile bağıntılı olarak gelişen bir anlaşma. Habil ortadan kalkarsa onun meyvelerine Kabil sahip olacak, itibarına ve sevgisine de el koyacaktı. Öyle de oldu. Anlaşma masasından memnuniyetle kalkan Kabil, dünyanın ilk savaşının kazanan tarafı olmanın gururunu yaşıyordu, sonunu hiç düşünemeden...
Aradan aylar ve yıllar geçti. Kabil güçlendi ve saygı gören birisi oldu. Kabil’in akrabaları, Kabil’i gözlemlemeye başladılar. İçlerinden birisi: “Kabil, kardeşi öldükten sonra toprağa ve saygıya sahip oldu. Bu da beraberinde gücü getirdi. Eğer kardeşim olmazsa, ben de daha fazla güce sahip olabilirim” diyerek Kabil’in uyguladığı psikolojik harp süzgecinden geçtikten sonra kardeşini öldürdü, o da güç sahibi oldu. Bir savaşı başlatarak bitirdi.
Kabil’in akrabalarının akrabalarına kadar yayılan “Güçlü olan ölürse, gücü bana kalır” düşüncesi, toplumda birçok sayıda kardeş katilini ortaya çıkardı. İnsanlığın sürekli üremesi ve neslin devamındaki gerekliliğin fazlasıyla sağlanması üzerine insanlar; anlaştıkları dil, görünüşleri veyahut fikirleri üzerindeki benzeşmelerle beraber kabilelere bölündü. Bunun üzerine kabilelerine sığamayan insan toplulukları türedi. Ve insanlık bir çağ daha atladı: Lider ruhlu adam geldi!
Büyük ihtimalle öyle değildir, fakat biz hikayemizin işleyişini bozmamak adına insanlığın sekiz farklı kabileye ayrıldığını düşünelim. Her kabilede bin adet insan olsun. İlk kabilenin içerisinde, şuanda halk arasındaki “lider” sıfatına sahip olabilecek nitelikte zeki bir adam dünyaya geldi. Bu adama “Clever” ismini verelim. (Bu ismi unutmayın) O da, ilk önce atasının yaptığı gibi kardeşini öldürdü ve daha fazla toprakla güç sahibi oldu. Sonra halkının haline baktı. Birinci kabile sürekli büyüyor ve kendi yaşam alanına sığmamaya başlıyordu. “Bize yeni topraklar lazım” dedi, düşünmeye başladı. Eğer ikinci kabile ortadan yok olursa, onların topraklarına yerleşebilirlerdi. Psikolojik savaş başladı. Yerleşim alanının darlığından şikayetçi olan kabile üyelerine yeni topraklara ihtiyaçları olduğunu söyledi. Psikolojik harp yayılmıştı: Kabil’in Habil’e olan nefreti ve hırsı, şimdi bin kişiyi kapsayacak derece büyümüştü.
Clever, tek başına ikinci kabileyi fethedemeyeceğini anladı. Eğer ikinci kabile ortadan yok olmazsa daha sıkışık bir hayat sürecek, belki de topraklarını paylaşmak zorunda kalacaktı. Bu korkuyla hemen düşünmeye başladı ve aklına katillerden kurulu bir ordu kurmak geldi. Kabilesinin karşısına çıkarak, bizim şuanda “savaşçı” gözüyle baktığımız adamları çağırdı: “Kardeşini öldüren herkes bize katılsın!”
Kabillerden oluşan mini ordusuyla ikinci kabileyi yok eden Clever’ın gözü doymadı. Hemen topladığı adamlarla üçüncü kabileyi de yok etti ve halkını oraya yerleştirdi. Bir kardeşin ölümü, iki kabilenin; yani iki soyun bitimine sebep olmuştu.
Clever’ın tehdidinden korkan sekizinci kabilenin lideri, yedinci kabileye giderek onların Kabillerini istedi ve Clever’a karşı koymaları gerektiğini söyledi. Böylece tarihteki ilk müttefiklik sağlanmış oldu. Clever ve ordusu yok edildi. Oysa ki Clever, birkaç kabileyle işbirliği yapsaydı rahatça tüm kabileleri ele geçirebilirdi. Bencilliğin yarattığı başarısızlık, halkını ölüme sürüklemişti.
Aradan geçen yıllarla beraber insanlar kıtalara ayrıldı. Kendilerine sınır çizdi, bayrak yaptı ve isim verdiler. Hepsi birbirine düşman oldu, kendilerine farklı dostlar seçtiler. Örneğin, Avrupai insanlara “beyaz”, Orta Doğulu insanlar “esmer”, Afrikalı insanlar “siyahi”, Orta Asyalılar “çekik gözlü” denmeye başlandı. İnsanlar, birbirlerini antropolojik değişikliklerin etkisiyle oluşan görünüş yapılarına göre farklı ırklara ayırdı. Beyazların içerisinde olan ama beyazların çoğuna benzemeyenler onlardan ayrılarak kendilerine farklı bir isim verdi, diğer halklar da aynı bölünmeleri yaşadı. İnsanlık iyice ırklara, ülkelere, sınırlara ve medeniyetlere bölünmüştü. Clever’lar sürekli Kabillerden oluşan ordularıyla bir yerleri ele geçirmek, Habilleri yok etmek istiyordu.
Çağlar gelişti. Para bulundu, diller türetildi, bilim gelişti, matematik kavramı güçlendirildi, insanlık genel kurallar içerisinde işlemeye başladı. Atomu parçaladık, şekillendirdik; dünyanın şeklini bulduk, yerçekimini ispatladık, teoriler ürettik, hatta inanır mısınız; hayatta kalan Habiller’in geliştirdiği bilim dünyası sayesinde dünyanın dışına kadar çıktık!
İnsanlığın üzerine yayılmış olan para ve güç hırsı yine patlak verdi. Atomu parçaladık. Atomu parçalayan kişinin arkasında bir gölge belirdi. Kim olduğunu tam olarak göremiyordum. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Yüzünü seçebildim: bu Clever’dı! Her zamanki gibi boş durmamıştı. Atomla diğer kabileleri yok ederek daha fazla toprağa ve güce sahip olmak istiyordu. Yahut modern dille; diğer ülkeleri yok etmek istiyordu. Gelişen parçalanmış atomu alan Clever, ondan bir bomba üretti. Bu bomba, yüzbinlerce Kabil gücünde bir mühendislik harikasıydı. Onunla hemen yanındaki kabileyi fethetmeye çalıştı. Fakat yanındaki kabilede çok öldüremeyeceği kadar çok Habil vardı. Kısa süre içerisinde toparlandılar, Clever’ın fethine engel oldular.
Günümüzün Clever’ları, yani liderleri; asıl Kabil’in anısını yaşatanlardır. Kardeş katilleri, toprak aşıkları… Siz hiç, bir savaş meydanındaki tüm askerlerin takım elbiseli olduğunu gördünüz mü? Göremezsiniz fakat asıl savaşçılar takım elbiselerin altına gizlenmiş; Kabil ruhlu Clever’lardır. Örgütleyerek büyüten, başlatan ve anlaşma masasından gülerek kalkmak adına yüzlerce Habil’i tehlikeye atan takım elbiseli savaşçılar…
Ve şuanda; her gün savaş korkusuyla, takım elbiseli savaşçıların nutuklarıyla, savaş öyküleriyle yanıp kavruluyor, canımızın alınacağını düşünerek kahroluyoruz. Neden mi? Çünkü Kabil öyle düşündü! Bir sonraki yazıda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder