SONSUZ EVRENE GİRİŞ BÖLÜM 2- AKILLARA ZARAR!

Uzun bir aradan sonra, sorgulamaktan korkmayanların kaleminden sonsuz evren hakkındaki kafa yorucu teorilerden birine daha tanık olacaksınız. Bugün, oldukça kafa karıştırıcı bir konuya değineceğim: Kuantum!
Tabii ki kuantum fiziğinin tamamını bir yazıya sığdırmaya kalkışmayacağım, -ki bunu denemek haftalarımı bile alabilir- sadece meraklısına bu fizik ve mekaniğin işleyişi, ortaya çıkışı ve basitçe ne olduğu hakkında bilgi vermek ilk amacım olacak. Kuantum mekaniği, matematik alanı ve sayılarla çok içli dışlı. Aslına bakarsanız bu teoriyi en güçlü kılan da bu. Çünkü matematik, çok evreli bir bilimdir. Bilimin temel dayanağı matematikle desteklendiğinde ortaya atılacak teorinin diğerlerine oranla daha güçlü olacağı bir gerçektir.

Kuantum mekaniği; maddenin ve ışığın, atom ile atomaltı seviyelerindeki tepkimeleriyle davranışlarını inceleyen bir bilim dalı esasında. 1800'lü yılların sonlarına doğru, kavram olarak yetersiz kalan klasik mekanik; evreni "süreklilik" olarak nitelemekteydi. Fakat 1900'lerde ünlü Alman fizikçi Max Planck ve -namı kendinden önde gidiyor- Albert Einstein'in ışık hakkındaki güçlü tezleri ile beraber evrenin "süreksizlik" gösteriyor olması, süreklilik kavramından daha güçlü olduğu için klasik mekanik dalı bir sarsıntıya uğradı. Bilim adamları yıllarca bu süreksizliğin farazilerini klasik mekaniği kullanarak türetmeye çalıştılar. Bu dönemde atomun bir çekirdeğe sahip olduğunun gösterilmesi ise neredeyse klasik mekaniğin sonuydu.

Neils Bohr'un oluşturduğu atom modeli geçici bir rahatlık sağladı sağlamasına fakat sonrasında bu çözümün sadece küçük atomlarda işe yaradığı öğrenilince, Bohr'un modeline sonradan birçok eklenti yapıldı. Zamandan daha hızlı ilerleyen bilim sayesinde, Bohr'un Atom Modeli 1920'lerin sonunda artık işe yaramaz bir model haline geldi. Model, kullanıldığında birçok bilgiyi yanlış veriyor ve gerçekleri gösteremiyordu. Bu sebeple yetersiz kalarak klasik mekaniğin sayılı kalelerinden birisi olma niteliğini de yitirmişti.


Nobel Ödüllü Fransız Louis de Broglie, 1923'te verdiği doktora tezinde, ışığın dalga ve parçacık karakterlerine sahip olmasını dayanak alarak bütün madde çeşitlerinin aynı özelliği gösterebileceğini önerdi. Ortaya koyduğu bu fikir, Neils Bohr'un çetrefilli ve yamalı modelindeki birçok gizemi açıklığa kavuşturabiliyordu. Fakat bu tez, klasik mekanikten ziyade kuantumu daha da desteklemişti.


Aslına bakacak olursak ışık, enteresan bir güçtür. Fiziğin, zamanın, enerjinin yanında boy gösterebilen ve insanlığın geleceğinde yaşayacağı pek çok sorunun cevabı olabilecek bir güç! Bazı bilim adamlarına ve fizikçilere göre; insanoğlu eğer ışığı anlarsa, evrenin sırrını da çözebilecek raddeye gelebilecektir. Yani bu şu demek oluyor; Evrenin sırrı bize tavandaki ampul kadar uzakta.

Aslında ışık, makineli bir tüfekten çıkan mermiler gibi ardarda ve hızlıca yol alan elektronlardır. Buna "foton" denir. Suyun içerisine düşen katı bir cismin oluşturduğu sıra sıra dalgalar da bir foton demetidir. Bu iki hâl de doğrudur. Ortada bir belirsizlik var fakat ışık; nasıl gideceğine karar verebiliyor! 

Madde, Einstein'in ispatıyla ışık hızına geldiğinde bir ışık demeti oluyor.  Bu da, en basitinden bir hayvan ya da insan da ışık olabiliyor demektir. Bu ışık, mermiler gibi kesik çizgiler halinde de olabilir; suya düşen katı bir cisim gibi, dalgalar halinde de olabilir. İşte ünlü kuantum fiziğinin kısa özeti budur. İsterseniz biraz daha derine inelim, iyice anladıktan ve ufak bir beyin fırtınasından sonra yazımızı noktalayalım..


Yaklaşık yüz yıl önce, evrenin sırrındaki gizeme ulaşılacak anahtar çevrildi. Tıpkı Anaksimandros'un: "Dünya boşluktadır." ve Galileo Galilei'nin: "Dünya yuvarlaktır." demesi gibi. Muhteşem bir adım ve darmadağın olan eski düzen! 

Evren adı verilen sonsuzluğun içerisindeki milyonlarca galaksiden herhangi birine gitmeyi düşünmek bile kafamızda dönenceler yaratırken ve neredeyse imkansız konuma gelirken, birdenbire çok farklı bir paradigma (bir şeyin oluşumu hakkındaki örnek / model) oluştu: Kuantum Fiziği!


Paralel Evrenler'e geçiş veya diğer yazımda belirttiğim gibi zaman küpünden çıkarak başka boyutlara ulaşmak, insanlıkla beraber bilimi ve fiziği tıpkı bir çekirge gibi çok farklı ve üstün bir seviyeye sıçratacaktır. Siz, dünya üzerinde akan zaman diliminde yaşayan sıradan bir varlık olabilirsiniz fakat bu, başka bir evren veya boyutta var olan başka bir "siz" olmanıza engel değil. 


"Aslında zamanda ileri doğru hareket ediyorken, aynı anda geriye doğru da haraket var, bir tür salınma gibi ve ben bunu K ve B mezonlarını kullanarak çözmek istiyorum." diyor Vaccaro. Bu sözden yola çıkarak, aslında geriye akan boyutta da bir siz olmadığının kanıtını gösterebilir misiniz? Bunu bilmiyorum. Fakat farklı bir boyut veya evrende farklı bir siz olduğunu kanıtlayacak şeyin Kuantum Fiziği ve ışığın sırrını çözmek olacağını biliyorum!


Belki bir güç, bir ışık demetisiniz. Belki de siz, Kuantum denen kavramın ta kendisisiniz! Thomas Young'un "Çift Yarık" deneyinde kor halindeki farklı metallerden yayılan ışığın rezonansı, düz çizgi halinde giderken attığı spinler; Kuantum Mekaniği olarak günümüzde kullanılan pek çok ürünün ortaya çıkmasına olanak sağladı. Bu ürünler çok uzağınızda değil; kendimizden birkaç metre uzakta olmasına bile katlanamadığımız telefonlar, gelişen tıpla birlikte gelişen tomografi cihazları ve daha niceleri..


Bu cihazlar, elbette atomların dünyasında keşif yaparken elde edilen buluşların pratiğe dökülmesiyle ortaya çıktı. Fakat işin felsefi ve fiziki yönü çok farklı. Kuantum Fiziği, insanoğlunun ve üzerinde yaşadığı gezegenin çok farklı bir atlama tahtası. 


Newton'dan farklı olarak Einstein; ışık hızıyla bağlantılı olarak gördüklerimizi aslında çok farklı olarak algıladığımızı keşfetti ve bu keşfi görecelik kanunları olarak formülledi. Bu formül bize şöyle diyor: "Eğer ışık hızını geçebilirsen, zamanı bile tersine döndürebilirsin. Hatta ve hatta, yüzyıllardır düşündüğün gibi, zamanda geriye bile gidebilirsin!"


Çok ilginç ve basit geldiğini biliyorum fakat günümüz teknolojisi ve elde edilen fiziki / felsefi bilgilerine dayanarak insanoğlunun asla ışık hızına ulaşamayacağını biliyoruz. Herhangi bir güçle hareket ettirdiğimiz herhangi bir araç; ışık hızına yaklaşamadan yok olacaktır. Fakat durmak bilmeyen insan beyni ve onun muhteşem düşünce gücü, işte bu imkansızlığı yok etmek için Kuantum'u ortaya çıkardı.



Odada bir deprem olsa, modern bilim dünyası bitermiş...
Max Planck'ın ortaya çıkardığı paralel evren çıkmazı veya Schrödinger'in kedi paradoksu (Çift Yarık deneyine benzer) Kuantum Felesefesi'ne giriş anahtarıdır. 

Atom, incelendiği farklı kütleli araçlar üzerinden etkilenerek farklı şekillerde görünebilir. Fakat inceleme altına alındığında da aynı şekilde etkilenerek farklı şekillerde görünebilir. Alfabeden örnekle; İngilizce'de normal görünümde A harfi "A" iken, inceleme esnasında "Ey" olarak ağızdan çıkacaktır. Yani inceleme altında atom "Ey" çıkışıdır. Normal görünümü olan"A" dan çok farklıdır. Basit özetle atomun değişkenliği ve belirsizliği böyledir. Bilim durur mu? Bu benzerliğe de bir ad koymuşlar: "Kopenhag Yorumu". 


Kopenhag Yorumu teorisi, doğuştan kör olan bir insanın nasıl turuncu rengi bilemeyecek ve aklına, hayaline bile sığdıramayacak olması gibi; gözlenmemiş bir varlığın nasıl bir şey olacağının bilinemeyeceğidir.


Klasik Evren tanımında; insanın üzerinde yer alan evrene "Makro Kozmos", insanın içine ve atomun derinliklerine doğru küçülen evrene de "Mikro Kozmos" denmektedir. İnsanın ise, her iki evrenin ortasında olduğu kabul edilir. Klasik Evren bakışıyla ikiye ayrılmış gibi gözükse de kozmos, (Türkçe: Evren) aslında tek bir olgudur ve insanın algılaması yüzünden ikiye ayrılmaktadır. Tıpkı Einstein'in ışık hızıyla bağlantılı olarak gördüklerimizi farklı algıladığımızı savunup Görecelik Kanunları'nı ortaya çıkarması gibi. 

 Atom altındaki parçacıkların belirsizliklerini anlamak için Mikro Kozmos boyutuna inmek ve o evrene girmek gerekmektedir. Aksi taktirde gözlem yaptığımız aracın konumu gereği, oluşturduğu etki bize tamamiyle gerçeği vermeyecektir. Bu sebeple belirsizlik kesindir. Bu durumda iki halin üst üste gelmesi yaşanır. Bu ise Max Planck'in "Paralel Evren" teorisini kanıtlar. Fakat antik filozoflardan bu yana bize öğretilen ve klasik olarak kabul edilmiş genel bilgimiz şudur: "Tüm Evren, aynı yapıtaşlarıyla bütünlenmiş bir öze sahiptir. İnceleyip parçalara ayırdıkça aynı nedenler, aynı sonuçları doğurur."


Oysa Kuantum, bütün ve parçayı ayrı ayrı evrenlerin nesneleri olarak nitelendirmekte ve ayrı fiziksel yasalara bağlı olarak var olup, ilerlediklerini kanıtlamaktadır. Bundan çıkaracağımız sonuç; Kuantum'un Mikro Kozmos ve Makro Kozmos evrenlerinin arasında birbirinden çok farklı fiziksel yasalar olduğunu kanıtlamaya çalışarak savunduğudur. Kuantum Teorisi tam olarak budur. 


Makro Kozmos ve Mikro Kozmos evrenlerinin birbirinden farklı fiziki yasalar ve formüllerle açıklanması; bu formülleri kullanarak o evrene inmeden, o evrenin temel sırlarına malik olabileceğimizin dayanağıdır. Bu olay, bir kez daha matematik ve bilimin ayrılmaz bir ikili olduğunu kanıtlar. Çorap söküğü gibi gelen ve açılan dönemeçlerden sonra, Paralel Evrenler arasında geçiş sağlanabilir. İşte Kuantum Teorisi, bu mükemmel temel üzerine dayalı olarak hatasız bir şekilde ilerliyor.

Bendeniz Eray Akpınar, bir yazının daha sonuna geldiğimizi belirtmekle beraber bu yazıyı hazırlamamda emeği geçmiş bütün yazarlara, bloglara ve içerik üreticilerine sonsuz teşekkür ediyorum. Bir dahaki yazıda görüşmek üzere, esen kalın!

Hiç yorum yok: