HACKSAW RİDGE[F.İ.]- ''MEL GİBSON'UN EFSANE DÖNÜŞÜ''

Mel Gibson ismine aşinasınızdır, Mad Max üçlemesinin Max Rockatansky'ı ya da Cesur Yürek filminin William Wallace'ı, sinema camiasının en büyüklerinden saydığı bir aktör ve aynı zamanda Tutku filmi ile kamera arkasına geçiş yapan büyük bir isim. Aynı şekilde Andrew Garfield'da belki kulağınıza çalınmıştır, kendisi bu muhitlerde zamanında pek tanınan birisi olmasa da The Amazing Spider-Man serisinin Peter Parker'ı olarak harika bir iş çıkarmış ve şöhret basamaklarına ilk adımını atmıştı ki bir yıl içerisinde hem Scorsese hem de Gibson isimleri ile çalışabilmesi bunun en büyük örneğidir. Hacksaw Ridge ise yeni yeni parlayan büyük potansiyelli Garfield ve zamanında görmüş geçirmiş olan Gibson arasında bir köprü oluşturuyor, peki zamanında kendilerini bir nevi kanıtlamış olan bu iki isim bir araya gelerek tekrar kalitelerini kanıtladılar mı?

Hikaye, gerçek bir hikaye olan ve Okinawa Savaşının bir parçası olan Desmond Doss adlı cephede sağlıkçı olarak görev yapan bir askerin hayatına odaklanıyor, bunun nesi film yapılacak diye düşünebilirsiniz ki bu gayet normal ama Doss'ın hikayesi diğer askerlerden bir noktada ayrılıyor, o silah kullanmamaya yeminli bir asker. Evet 'bu nasıl iş' gibi bir soru her akılda beliriyor ki zaten filmin ana noktasının da Desmond Doss olma sebebi bu.
Desmond Doss gibi bir insanın hayatına baktığınızda hem aile sıkıntılarının, hem güçlü bir aşkın, hemde epik bir savaşın aynı zamanda da bu çalkantılı hayatta Desmond'ı ayakta tutan ahlak değerlerinin iç içe olduğunu görürsünüz ki bu odak noktalarından sadece biri bile bir filmin ana teması olmaya yeter bir konu.

Filmin ilk temele aldığı odak noktası Doss ailesi, Desmond'ın ailesi ile ilişkileri ve aile ile birlikte büyüyen psikolojik problemler. Küçüklük ve ergenlik travmaları önemlidir bilirsiniz ve bu yüzden filmin en önemli kısımlarından birisi de burası, çünkü Desmond'ı diğer askerlerden farklı kılan karakter motivasyonu tamda burada başlıyor, eski asker olan ve tüm arkadaşlarını kaybetmiş sorunları olan bir babanın gölgesi ve onu ahlak kuralları ile eğiten bir annenin gölgesi altında yetişiyor Desmond ve film bunu beyazperdeye çok güzel yansıtıyor, gerek küçük Desmond'ın verdiği reaksiyonlar gerekse babanın aileye karşı olan tutumu size o duyguyu işliyor denebilir. En azından Desmond'ın küçüklük travmalarına ve babası ile yaşadığı dönemin sancılarına pürüzsüz bir şekilde tanıklık edebiliyor ve sırıtmayan oyunculuklar ve tepkilerle karakterler arasında bir bağ yakalayıp empati kurabiliyoruz ki bu bir motivasyonu karaktere aşılarken seyirciye de aşılamak demektir ve çok önemli bir husustur.

Filmin sonrasını ise Desmond'ın aşkı ve ahlak kuralları oluşturuyor ki bu kısım tıpkı ailesi ile olan ilişkilerinde olduğu gibi filmin ana konusuna doğrudan bir köprü kuruyor, yani Desmond'ın filmdeki yaşantısı sürecide Gibson bize gereksiz hiçbir şey izletmiyor. Aşk kısmı ise diyaloglar olsun oyunculuklar olsun öyle güzel işlenmiş ki sanki asıl olayı aşk olan bir filmmiş gibi izleyicileri ayrı bir tav ediyor, yani Desmond'ın askere gitmeden önce Dorothy ile olan sahnelerinde öyle bir hava yakalamışlar ki filme ayrı bir tat katıyor. Burada aynı zamanda yavaş yavaş Desmond'ın ahlak kurallarının daha da derinine iniyoruz diyebiliriz. Başkaları buranın huzuru için savaşıyorken ben burada duramam deyip savaşa yazılan ve aynı zamanda savaşa girip ben başka birinin canını almam diyerek silah kullanmayı reddeden Desmond'ın felsefesini burada yavaş yavaş oluşturuyor film, birkaç diyalog ve flashback sahneleri ile de bu felsefeyi ve bunun nedenini iyice benimsiyoruz ve bizde salondaki koltukta oturduğumuz yerden "helal lan sana koçum benim!" diyerek bizde birer Desmond Doss oluveriyoruz adeta.


Desmond asker olduktan sonra ise film yine bir ayrı temaya atlıyor diyebiliriz; Savaş psikolojisi. Film farklı konuları çok güzel işlediği gibi burada da sağlam bir iş çıkartıyor, hatta belki de en güzel işi burada çıkartıyor. Hem diğer askerlerin Desmond'ın ahlak değerlerini sınaması hemde rütbelilerin onu bu ahlaki değerler yüzünden itelemesi ile Desmond için belalar silsilesi başlarken aynı zamanda II. Dünya Savaşı'nın birer parçası olacak askerlerin birbirlerine nasıl kenetlenip birbirlerine karşı nasıl davrandığını tıpkı bir Full Metal Jacket gibi gözler önüne seriyor. Aynı zamanda filmin bu noktaları yine diyaloglar ve flashback yardımı ile Desmond'ın felsefesinin iyice derinleşmesine yardım ediyor.
Savaş sahnelerine geçtiğimizde ise garip bir şekilde film bu seferde bir Band of Brothers kalitesinde iş çıkarıyor diyebilirim. Kuru bir gürültü yerine size ayrı bir zevk verecek savaş sahnelerinde ev sahipliği yapmış film, ayrıca savaş psikolojisine ayrı bir açıdan yaklaşarak herkesin birbirine nasıl kenetlendiği de çok harika işlenmiş, korkak diye zamanında fazla umursanmayan Desmond Doss ise en büyük şovu burada yapıyor ve silaha bir kere bile dokunmadan 75 kişinin hayatını kurtarıyor, yeri geliyor Japonların sığındığı yer altına bile giriyor ama bir kere bile yaptığı şeyden geri adım atmıyor, Hacksaw Tepesi'nde düşmanlarla baş başa kalması ve yaralı askerler için aşağı inmeden tek tek hepsini aşağıya sarkıtması gibi detaylarda insanın kalbine ciddi derecede dokunur cinsten. Kısacası Desmond Doss yüreğinize dokunacak diyebiliriz.

Film ile ilgili ayrı bir parantez açmak gerekirse Andrew Garfield'a açmak gerekir, senenin başından beri bu adam Oscar'a aday olmalı diyordum şimdi ise olacak diyorum, bu kadar şeyi işlemek yönetmen için ne kadar zorsa bu kadar olayın ayrı ayrı duygusunu vermekte aktör için ayrı zor ve Andrew her birinde farklı farklı duygular vererek yönetmenin işini yarı yarıya kolaylaştırıyor kesinlikle, izlerken önüne altın heykelciği atıp al abi Oscar köpeğin olsun senin diyesi geliyor insanın. Sende filmle ilgili hiçbir olumsuz eleştiri yapmadın diyebilirsiniz o yüzden bir yere parmak basalım, savaş sahnelerinde ufak tefek göze çarpan reaksiyonlar ve süreklilik hataları olmuş ama film odaklandığı her şeyde eli yüzü düzgün bir iş çıkararak kendini bu konuda affettiriyor, benim için kusursuza çok yakın çok etkilendirici bir film olmuş, şu sönük senede salonda bir şaheser izleyemedik diyorsanız Hacksaw Ridge'i izlemelisiniz, iyi seyirler!

Hiç yorum yok: