BİYOGRAFİ SANATI: YAŞANMIŞ OLAYLARDAN İLHAM ALAN 5 İNANILMAZ FİLM/DİZİ VE GERÇEK HİKAYELERİ


Gerçek bir hikayeden ilham almak, hikayeyi nasıl işleyeceğinize daha doğrusu hikayeye ne kadar sadık kalacağınıza bağlı olarak seçenekleri daraltan ve filmi/diziyi belli bir risk potasına iten bir kıstas. Elbette her film, bütün eserler gibi bir risk potasında büyür ancak bunu bir yaşanmışlıktan almak işleri farklı bir boyuta götürebilir. Narcos'a gelen, Escobar'ın lanse edilişiyle alakalı eleştiriler bunun örneklerinden bir tanesi. Bir filmin ortaya çıkış süresinde ilk adımı attıran basamak farklılık gösterebilir, bazen ''finalinde şöyle bir olay olan bir film mi çeksem'' düşüncesiyle gelişip yönetmenin veya senaristin zihninde oluşan finali beslemeye yönelik bir kurgu yazım aşaması başlayabilir bazense akla bir konu gelip bu konu detaylandırılarak senaryoya dönüştürülebilir.




Hiçbir film kendiliğinden ortaya çıkmaz. Çoğu film oluşumlarında filizlenen ilk fikir bir tema üzerinden yürümek, bir alt metin yaratmak, bir eleştiri barındırmak veya bir fikri empoze etmek/mesaj vermek gibi küçük fikirlerdir. Mesela Alfred Hitchcock'u ele alalım. Kendisini tanımayan varsa özetlemek için onun, sinemada polisiyenin altın çağını yaşatan insan olarak anıldığını belirtmek yeterlidir. Hitchcock, aktif olduğu dönemden bugünlere kadar her nesilde izleyenlerini etkileyen yapımlar ortaya koymuş bir polisiye/gerilim sanatçısıdır. Onun film oluşumlarında derinlere indiğimizde yine senaryonun bir tema üzerinde dallanıp budaklandığını görmek mümkün. Hitch'i tahlil etmek için muhtemelen kilit isim ''Sigmund Freud.'' 


Eşcinsellikten tutun iyi ve kötü arasındaki çizgiye kadar Freud'un ortaya koyduğu kuramlardan yararlanan Hitchcock, deyim yerindeyse filmlerini Freudyen temalar üzerine inşa etmiştir. Açıkça ortada ki onun karakterlerini, yarattığı atmosferi böylesine ikonikleştiren şey de üretime bodoslama dalmayıp inşasını bir tema belirleyip onun üzerine konumlandırmasıdır. Elbette çekirdeğinde bir 'öz' bulunduran tek filmografiye sahip yönetmen kendisi değil. Örneğin, Ari Aster'i ele alalım. Henüz iki filme yönetmenlik yapmış olsa da şimdiden korku/gerilim türü adına mihenk taşlarından biri olacağını bence kanıtlamış bir yönetmen. Filmlerinin konusuna baktığımızda aslında oldukça klişe olduğunu görmemize rağmen onu başarılı yapan şey ne? Midsommar'ı ele alırsak sıra dışı bir tarikatın - her zaman olduğu gibi - sıra dışı ritüellerine tanıklık etsek de Midsommar, bu fikirle yeşeren bir film değil, Midsommar bir ilişkinin dibe çöküşü fikriyle yola çıkıp bu çizgide dallanıp budaklanarak inanılmaz süslenmiş bir film. Aynı şekilde Hereditary'nin maderşahi bir annenin ölümüyle düşmeye başlayan domino taşlarının sonuncusu olan bir ailenin yıkılışını anlattığı gibi. Peki bunların biyografik filmlere, daha doğrusu ilhamını gerçek hayattan alan filmlere bağlandığı nokta neresi? Eğer böyle bir film yapıyorsanız sizin filminizin özü seçeceğiniz olaydır. Temeliniz, halihazırda olan kişiler ve zaten yaşanmış olan bir olaydır. Peki gerçekten bu işi kotarmak burada okunduğu kadar basit mi? Bakalım.




Ele alınması gereken ilk element ortaya konulacak eserde alacağın ilhamın ne derece olacağı. Tıpkı Django Unchained gibi sadece yaşanmış trajedik belli bir dönemi filmin ana zamanının geçtiği dönem olarak seçip kurguyu buna göre yaratabilir ve işlenecek spesifik konuyu kendiniz seçebilir, The Social Network gibi işlenecek olan konuyu tamamen yaşanmışlıktan alabilirsiniz. Bu bir inisiyatif meselesi, tıpkı gerçek hayattan gram etkilenmeden koskoca ve bambaşka bir evren yaratmak gibi. Türün kendine has inisiyatifleri, yönetmenin/senaristin vizyonuyla şekillenip eserin bel kemiği oluverir. Kurguyu işin içine ne kadar karıştıracağı, boşlukları neyle doldurup süreyi uzatacağı veya hangi detaylara önem verip hangilerini törpüleyeceğini seçip süreyi fazla uzun tutmama sanatçının aldığı inisiyatiflerin sonucudur ve sanıyorum ki bu inisiyatifler kendi yarattığın kurguda alabildiğin inisiyatifleri almak kadar kolay alınacak inisiyatifler değildir. Senarist, kalemiyle oynadığı hikayenin zamanında yaşanmış bir hikaye olduğunu bilerek bu bilinçle kendi bakış açısını yansıtırken elbet türün kendine has bir zorluğunu yaşıyordur. Taraf tutmak da bu elementlerden biridir. Senarist tabii ki her şeyden öte bir insan ve insanlar doğası gereği taraf tutar, kurgusal karakterlerin olduğu bir yapımda bile senaristin ince detaylarla taraf tuttuğunu görebilirsiniz. Tıpkı Quentin Tarantino'nun Once Upon a Time in... Hollywood'da Rick Dalton'un tarafını tuttuğu gibi eserin sahibi, uyarladığı hikayede bir taraf tutabilir ve bu işi kağıda, kameraya döküşüyle sizi kendi safına çekebilir. The Wolf of Wall Street'le tanıdığımız bağımlı, karısını aldatan ve tonlarca insanı dolandıran Jordan Belfort'a, neredeyse izleyen herkesin sempati beslemesi tesadüfi olacak değil elbette. 





Bir diğer önemli element ise seçtiğin konuyu kurgulaştırırken işi ne kadar detaylı aktarman gerektiğini hesaplamak olmalı ki dışarıdan bir gözle bakıldığında türün en ince püf noktalarından biri gibi duruyor. Her ne kadar mükemmel bir iş ortaya atmış olsanız da konuyu ne kadar süre zarfına sığdırdığınız ve o süre zarfına sığdırdığınız filme sığdırdığınız detaylarda yapılan bir hesaplama hatası yüzünden daha iyi olacak bir öyküyü heba etmiş olabilirsiniz - misal Zodiac. - Fincher'ın sonrasında Zodiac'ın kısa oluşundan yakınması, konu olarak daha ilgi çekici bir öyküyü anlatsa da Zodiac'ın, The Social Network kadar iyi olamamış olması bu elementin önemini en güzel gösteren noktalardan birisi kanımca. Zaten The Social Network'ü başka bir gerçek öykü filmiyle kıyaslamak olası çoğu rakibe yapılan bir haksız rekabet olacaktır ki kendisi David Fincher gibi büyük vizyon sahibi bir yönetmenin ustalık işi denebilecek filmi. Kendisini yine Mank adlı yapımıyla biyografik drama türünde görecek olmak heyecan verici. Hazır The Social Network'ten bahsetmişken göz atacağımız filmlere de onunla başlayıp listeye geçelim.

Not: Listedeki yapımlar belli bir kalite veya beğeni sırasına göre değil, tamamen rastgele sıralanmıştır.





1 - The Social Network - David Fincher

Facebook'un kuruluşu ve kurucusu Mark Zuckerberg'ü ele alan Sosyal Ağ, Fincher'ın belki de en iyi filmi olmasının yanı sıra anlatmaya değer bir öyküyü kendi perspektifinden ekranlara damlatarak öyküyü muazzam bir hale sokarak yapılmış en iyi biyografik filmlerden birine imza atmıştı. 
Mark Zuckerberg'ün Facebook'u kurma öyküsü ise üniversite yıllarına dayanıyor. Harvard'da bilgisayar bilimi okuyan Zuckerberg, okulun en yakışıklı ve en güzelini seçmeye dayanan facemash adlı bir site kuruyor ve öğrenci fotoğraflarına ulaşabilmek için üniversitenin veritabanını hackleyince disipline veriliyor. Bunun üzerine üniversitedekileri bir sanal çatı altında toplamak için Facebook'u kuruyor ve bu site 18 ay içerisinde ABD'nin en büyük sanal arkadaşlık platformlarından birisi haline geliyor.
Bu öykünün ve sonrasının üzerinde duran Fincher, hırs, başarı, ihanet gibi temelleri gözlemlediği öyküyü gözlemlediği şekilde yansıtarak hikayeyi bir nevi kendi bakış açısından ekranlara sunuyor. Taraf tutma olayının da burada olduğu bence üstüne düşünülmesi ve araştırılması gereken bir konu.


2 - Unorthodox - Maria Schrader

Unorthodox... Tahlil bir yana dursun kesinlikle son zamanlarda çıkan en iyi yapımlardan birisi. Gerçekçi ve sürükleyici müthiş bir olay örgüsü olmasına karşın bir olay dizisi bile değil, bir karakter dizisi. Ne olduğunu anlamadan kendinizi Esty'nin yerine öylesine koyduğunuz, onun kadar utandığınız, onun kadar üzüldüğünüz, onun kadar umut ettiğiniz bir yapım. Bir kaçış öyküsünün yanı sıra gerçek olayı etrafına çit gibi serip tam ortasında size 19 yaşındaki karakterin kendini keşfedişini sunan, bahsettiğim inisiyatiflerin en mükemmel alındığı örneklerden biri. 
Deborah Feldman'ın anılarından öykünen dizi, bir başka başarılı inisiyatif daha alarak Esthy Shapiro adlı karakterimizin geçmişini olabildiğince Feldman'ın anıları ile birebir işlerken hikayenin ana zamanında işin içine kurguyu sokarak farklı bir çizgiye yöneliyor. Asıl olayın karaktere odaklı bir dizi olmasına rağmen çarpıcı derecede gerçekçi ve soluksuz izlenecek akıcılığıyla dizi olarak biyografik yapımların en harika örneklerinden biri. (Hayır Netflix'ten paralar yatmadı.)


3 - The Wolf of Wall Street - Martin Scorsese

İflah olmaz bir dolandırıcıya sempati beslediğimiz film, The Wolf of Wall Street. Filmi bir kenara bırakıp Jordan Belfort'a baktığımızda her ne kadar etkileyici bir hırsa ve zekaya sahip olsa da pek seveceğimiz veya güveneceğimiz bir tip olduğunu sanmıyorum. Kariyerine komisyoncu olarak başlayıp 90'lı yılların başında Stratton Oakmont isimli komisyonculuk şirketini açarak birçok yatırımcıyı dolandıran Belfort, bu iş için biçilmiş kaftan olmalı ki turnayı gözünden vurup fakir ve kendi halinde bir adamken paraya para demeyen bir adama dönüşüyor. Bu dönüşümü filmin bir kısmına koyan Scorsese, Belfort'un yaşadığı bütün şatafatı ve o lüksün Belfort üzerindeki etkisini de işliyor hatta onun trajedik sonunu da izleyicilere aktarıyor. Hüküm giydiği yıllarda yazdığı aynı adlı romanından uyarlanan film; hırs, şatafat ve trajedi üçlüsünü ve bu üçlünün Belfort üzerindeki etkilerini bütün çıplaklığı ile anlatmadaki başarısıyla filmi harika yapmasının yanında, Belfort'un bütün kötü huylarını göstermesine rağmen kendi perspektifi ve Leonardo DiCaprio'nun olağanüstü performansıyla kendi içinde Belfort'a beslediği sempatiyi seyirciye hissettirmeyi de başarıyor. Şüphesiz en eğlenceli biyografilerden biri olan The Wolf of Wall Street, bir dakikasında bile sıkmayan 3 saatlik inanılmaz bir macera.


4 - My Left Foot - Jim Sheridan

Christy Brown'ın aynı adlı otobiyografisinden esinlenen Sol Ayağım, sadece yaşanmış olan olayla bile çarpıcı bir öykü. Film ise bu öykünün potansiyelini heba etmeden senaryolaştırılmasından oyunculuklarına kadar aynı çarpıcılığı kameraya başarılı bir şekilde aktarabilmiş. 
Christy Brown, 22 çocuklu ailenin çocuklarından biri ve aynı zamanda o 22 arasından hayatta kalan 13 kardeşin bir parçası ancak çoğu kişiye göre hayatta kalmasının bir anlamı yoktu çünkü o 'zihinsel engelliydi.' En azından öyle söylediler ancak annesi ondan vazgeçmedi ve en önemli başarı hikayelerinden birine yol açacak ilk domino taşını devirdi. Öleceğini söyleyen doktorlara aldırmadan onu eğitti ve nihayetinde Brown, sol ayağıyla yazmayı ve resim çizmeyi öğrendi. Eliyle yazmıyor olması onun için bir engel oluşturmadı ve o döneminin, yaşadığı yerin en önemli yazarlarından birisi haline geldi.
Son derece trajedik ve bir o kadar umut verici, anlamlı bir hikayeyi beyazperdeye başarılı bir şekilde aktaran Jim Sheridan, özellikle Daniel Day Lewis'in muazzam performansıyla sinemaya harika bir biyografi kazandırmış oldu.

5 - 12 Years a Slave - Steve McQueen

Solomon Northup, siyahilerin yaşadığı zorlukları, ötekileştirilmeyi yaşadığı hikayeyle yansıtan en iyi örneklerden biri. Özgür bir insan olan Northup, farklı şeyler hayal ederek yürüdüğü yolda hayal bile etmediği bir duruma düşerek köle olarak satılır, kendisiyle aynı renge ve artık 'aynı kadere' sahip insanlarla cehennemi yaşar. Ötekileştirilmeyi, aşağılanmayı, acı çekmeyi öğrenir ve umutsuz yoldaşlarının arasında kendi benliğinde yapayalnız sıkışıp kalır. 
Özgürlüğü için tekrar mücadele etmeye kolları sıvamak zorunda kalan Northup'ın hikayesinin anlatıldığı aynı adlı otobiyografiden uyarlama 12 Years a Slave, çok işlenen bir konuyu en iyi işleyen örnek olarak sinema tarihine adını yazmıştır kanımca. Gerçekçiliğin çarpıcı çıplaklığının yanı sıra oyunculuktaki başarılarla da dört dörtlük bir iş olan film sadece kendi türünün değil genel olarak son on yılın en iyi üç beş filminden kesinlikle bir tanesi.



Edindiğim amaç bir öneri listesi oluşturmaktan ziyade bu filmleri yaparken kalemin ve kağıdın ne tür ince çizgilerden geçtiğini vurgulamak ve bu bilincin bu tarz bir filmi izlerken oturmasını sağlamaktı aslında. Elbette çok olsa da kendi çapımda beşe düşürebildiğim başarılı biyografi filmlerini bu bilinçle izleyecek olmanız veya izlediyseniz bu bilinçle yeniden yorumlamanız eğer sinemaya ayrı bir tutkunuz varsa belki de daha yararlı olacak, daha farklı bir bakış açısı sağlayacaktır. İyi seyirler.

Hiç yorum yok: