THE BREAKFAST CLUB [F.İ.]- ''ÇÜNKÜ TÜRK'ÜN DE, ELİN AMERİKALI'SININ DA DERDİ AYNI''

Birbirleriyle tamamen farklı kişiliklere sahip beş lise öğrencisi ceza aldıktan sonra bir cumartesi günü boyunca okulda kalmak zorunda kalırlar. The Breakfast Club; bu öğrencilerin, okulda kaldıkları süre boyunca, aslında düşündüklerinden çok daha fazla ortak özellikleri olduğunu göstermek istiyor.
Son zamanlarda Amerikalı liselilerin başından geçen olaylar popüler bir hale geldi 13 Reasons Why sağ olsun. 13 Reasons Why, 13 bölüm süren, liseli bir kızı adım adım intihara sürükleyen olaylar zincirini inceleyen bir diziydi. Doğal olarak dizi gençlere hitap ediyor gibi duruyordu, ergen dizisi dendi. Evet 13 Reasons Why’ın karakterleri ergendi, işlediği tema da ergenlere hitap ediyor gibi duruyordu değil mi? 


The Breakfast Club 1985 yılında çıkmış, USA yapımı bir film. 13 Reasons Why ise 2017 yılında çıkmış yine USA yapımı bir dizi. İki yapımı da baştan sona izleyen ben, filmin sonunda bambaşka hislere sahiptim. Bundan 32 yıl önce çıkmış bir filmin karakterleriyle çok daha kolay empati kurabiliyorken, henüz bu sene çıkmış 13 Reasons Why bana gerçek hayattan ve kendi yaşadığım problemlerden uzak geliyordu. The Breakfast Club’ı incelerken yazıya 13 Reasons Why’la giriş yapmamın sebebi de bu aslında. Filmin ne kadar güçlü olduğunu ve nasıl 32 yıl önce çıkmış olmasına rağmen hala 2017 ergenlerine dokunabildiğini göstermek.

Filmdeki karakterlerin sadece bir ortak yanı var aslında. Birbirleriyle alakaları olmayan beş liseli karakter, aralarında inek var, sporcu var, okulun prensesi var, içine kapanık; konuşup konuşmadığı bile bilinmeyen garip bir kız ve de baş belası, problemli, asi bir genç var. Tek tek özelliklerine bakıldığı zaman birbirleriyle %110 oranda tezatlık gösteren bu ergenlerin, dediğim gibi, tek bir ortak 
noktası var ve film; o ortak nokta sayesinde 32 yıldır tazeliğini kaybetmedi.

Evet baya uzattım farkındayım, ama uzatmaya devam ediyorum.
Bu karakterler Amerikalı. Yani, gündelik hayatlarında yaşadıkları problemlerin bizimkilerle aynı olması çok mantıksız. Her hafta sonu evlerinde çılgın partiler veren, hemen hemen her biri lise yıllarında ot kullanmış Amerikan gençliğinin problemleriyle bizimkiler nasıl aynı olabilir ki?
Lafı daha fazla uzatmadan The Breakfast Club’ın kalbine geliyorum. Aslında film bu temayı daha açılışında; Dick Vernon’un onlara verdiği ödevle belli etmişti. Vernon’un cezalı ergenlere verdiği ödev şuydu; ‘’Kim olduğunuz üzerine 1000 kelimelik bir makale’’

Ailenizin kim olmanızı istediği değil, öğretmenlerinizin kim olmanızı istediği değil, arkadaşlarınızın kim olmanızı istediği değil, kim olduğunuz üzerine 1000 kelimelik bir makale.
Ergenlik döneminin en belirgin özelliği sivilceler değil aslında. Ergenlik döneminde, boş zamanlarında ot çeken bir Amerikalı’ya da, en büyük çılgınlığı tuvaletin kapısı açık s*çmak olan Türk ergene de uyan bir özellik var. Kim olduğunu keşfetmek. Kendini hayatta bir yere oturtmak.


The Breakfast Club filminin ölümsüzlük sırrını sizinle paylaştığıma göre, daha az felsefe yapıp, daha çok film yorumlamaya geçebilirim. The Breakfast Club, eğer içinizde karakterlerin birbirleriyle olan diyaloglarından, film boyunca karakter gelişiminin dibine vurulmasından, karakter derinliğinin her diyalogda hissedilmesinden zevk alan izleyiciler varsa, izlemeyi deneyebilirsiniz. Çünkü şöyle ki, filmde karakter gelişimi ve derin diyalog sekanslarından başka hiçbir şey yok. Film tamamen bu altı karakterin birbirlerini tanırken, kendilerini de keşfetmeleri üzerine kurulu.

Film tek mekanda ve toplam 5 saniye falan gözüken çocukların aileleri dışında toplam yedi karakterden oluşuyor. Aslında filmin irdelediği tek şey ergen problemleri değil. Öğretmenleri Bay Vernon ve okulun hademesi Carl’ın sahneleri de bir öğretmenin psikolojisini inceliyor aslında. Toplam bir dört dakika falan sürse de bu sahnelerden çok zevk aldığımı ve ağlak ergenlerin problemlerinin hafif bunaltmaya başladığı sırada filme bir yenilik ve ferahlık kattığını söyleyebilirim. 

Üst paragrafta da hafifçe bahsettiğim üzere, ‘’tamam karakterler iyi hoş da, bir buçuk saat aynı temadan ilerlerseniz ben sıkılırım hacı’’ diyorsanız siz de bu filmde hafif sıkılabilirsiniz. Tek koldan ve tek temadan ilerleyen film bu sebepten çok kolay monotonlaşabiliyor. Bu monotonluğu sıra dışı karakterleriyle kapatsa da, ekranda daha fazla olayın vuku bulmasından hoşlanan günümüz izleyicisi için zorlayıcı bir film olabilir.


Bu arada film herhangi bir egzantirik sahne (evet egzantirik) barındırmamasına -neticede tek bir mekan içeriyor- rağmen çekimler çok hoşuma geldi. Örnek olarak; uzun süren bir diyalog boyunca konuşan karakterin değil, dinleyen karakterin ekranda olduğu sahneler, o repliklerin karşıda yarattığı duyguyu çok temiz bir şekilde aktarabiliyordu. İlk defa göreceğiniz bir teknik mi bilmiyorum, ama böyle küçük dokunuşlar benim için bir filmi özel kılmaya yetiyor.

Oyunculuklar çok başarılıydı -ki zaten başarılı olmak zorundaydı, filmde sadece yedi karakter var hatırlatırım. Yine de bazı karakterler ve oyunculukların yer yer çok yapmacık ve gerçek dışı geldiğini itiraf etmeliyim. Özellikle John Bender ve Allison karakterleri bazı sahnelerinde çok abartı duruyorlardı. Kişilikleri daha tanıdık olan grubun diğer üç üyesi; Andrew, Brian ve Claire’ı izlerken daha çok keyif aldım. Bu belki Türkiye’de Allison ve Bender gibi karakterlerle karşılaşmadığımız için, belki de sadece bu bir film olduğu ve senaristin daha renkli karakterler olması gerektiğini düşündüğü için bana öyle gelmiştir.

13 Reasons Why’dan girip, arada Amerikalı ergen vs Türk ergen karşılaştırması yaptığım garip bir inceleme yazısının da sonundayız. Bana ait kaç yazı okudunuz bilmiyorum ama -zaten kaç tane var ki- eğer daha önce bir incelememi okuduysanız, yapımın teknik yönlerinden çok felsefesinden ve senaryosundaki derinliklerden bahsetmekten keyif aldığımı fark etmişsinizdir. Bu yazı boyunca sizi abartılı düşüncelerimle boğduysam özür dilerim.


Hemen toparlamak gerekirse, karmaşık ve bir o kadar da sıradan karakterlerin üzerine kurulu, günümüze kadar ulaşmış, hayatla ilgili bazı evrensel gerçekleri inceleyen bir filmden hoşlanacağınızı düşünüyorsanız, bir bakın derim.


Hiç yorum yok: